Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Farabi Hastanesi, son yıllarda sağlık turizmi alanında özellikle bölge ülkelerin en çok tercih ettiği hastaneler arasında yerini alırken, hekimlerinin başarıları ve tedavi yöntemleriyle de dikkat çekiyor.
Rahim ağzı kanseri nedeniyle 2 yıl önce Gürcistan’da ameliyat olan ancak ameliyat sonrası kemoterapi ve radyoterapi almaması nedeniyle sorunlar yaşayan 44 yaşındaki Tamara Davıtadze, Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Farabi Hastanesine başvurdu. Burada hekimin şüphesi üzerine görüntüleme cihazına yönlendirilen Davıtadze, yapılan uygulamada karın içerisinde hastalığın yayılımı açısından şüpheli olabilecek lenf nodları tespit edildi.
Tamara Davıtadze, serviks (rahim ağzı) kanseri nedeni ile yaklaşık 2 yıl önce ameliyat olmuş ve ameliyat sonrası kemoterapi ve radyoterapi almamıştı. KTÜ Farabi Hastanesinde hastaya yapılan karın ultrasonografi tetkikinde her iki kasık bölgesinde büyümüş lenf nodları tespit edilmiş ve bu lenf nodlarından yapılan biyopsi sonucunda kanserin yayılması ile ilgili herhangi bir bulguya rastlanmamıştı. Ancak takibi yapan hekimin şüphesinin devam etmesi üzerine hastaya Farabi Hastanesinde Florodeoksiglukoz Pozitron Emisyon Tomografisi tetkiki yapılarak, hastada daha önce diğer görüntüleme yöntemleri ile saptanmamış, karın içerisinde hastalığın yayılımı açısından şüpheli olabilecek lenf nodları tespit edildi.
“Tedavim mümkün olmazsa yeniden KTÜ Farabi Hastanesine geleceğiz”
Tahlilleri tamamlanan Davıtadze, Gürcistan’da ameliyat olduktan sonra Trabzon’a gitmeyi düşündüğünü belirterek, “Gürcistan’da ameliyat olduktan sonra kontrol için Trabzon’a gelmeyi düşündük. Batum’da PET/BT Cihazı yoktu. Tiflis’te var ama o da bana pahalı geldi. Buraya gelir gelmez işlerimiz hızlıca çözüldü. Şimdi tahlil sonuçlarımla birlikte Batum’a dönüp oradaki doktorumuza başvuracağız. Tedavim mümkün olmazsa yeniden KTÜ Farabi Hastanesine geleceğiz” dedi.
KTÜ Farabi Hastanesi Nükleer Tıp Kliniğinden Dr. Öğretim Üyesi Seyit Ahmet Ertürk, PET/BT Cihazı ve Ünitesi hakkında bilgi verdi. Ertürk, “Nükleer tıp, radyoaktif maddelerin vücuda verilerek organ veya sistemlerin fonksiyonlarının görüntülendiği ve bazı hastalıkların tedavi edildiği bir bilim dalıdır. Radyoaktivite, yüz yılı aşkın bir süredir insanlığın yararı için kullanılmaktadır. Hastalıkların tanı ve tedavisinde her geçen gün artan oranda uygulama alanı bulmaktadır. Başka hiçbir yöntemle sağlanamayacak bilgilerin elde edilmesini mümkün kılmakta ve birçok hastalık sürecinde, son derece kolay ve rahat tanı ve tedavi olanağı sunmaktadır. Nükleer tıp uygulamalarında radyoaktif maddeler (radyonüklidler) ilgili organ ya da dokunun fonksiyonuna girecek bazı özel ilaçlarla (farmasötikler) bağlanmakta ve genellikle damar yolu veya ağız yoluyla insan vücuduna verilmektedir. Radyofarmasötik adı verilen bu bileşikler, her organ ya da sistem için özeldir. Tanısal olarak kullanıldıklarında, vücutta fonksiyonuna girdikleri organ veya dokudan radyoaktif ışın yayarlar. Bu ışınlar, radyoaktif maddelerle işaretli molekülün, vücut içinde ne zaman, nerede, ne düzeyde bulunduğunu tespit eden cihazlarla algılanarak görüntüye çevrilir. İlgili organın fonksiyonunun değerlendirilmesine imkan sağlar. Pozitron ışınlarını yayan radyoaktif maddeler ve özel kameralar kullanılarak yapılan görüntülemeye PET (Pozitron Emisyon Tomografi) adı verilir. PET’te bütün vücudun 3 boyutlu olarak görüntüleri alınır. En fazla kullandığımız alan onkolojik (kanser) hastalarıdır. Daha az sayıda kalp ve beyin hastalıklarında da kullanıyoruz. PET-BT, Pozitron Emisyon Tomografisi ve Bilgisayarlı Tomografi görüntülerinin aynı anda alınmasını sağlayan entegre cihazlardır” diye konuştu.